Aydın Söke’nin küçük, sakin, huzur dolu, kimsesizliği ile mutlu Doğanbey Köyü bize beklenmedik bir gün yaşattı. Kuşadası’ndan civardaki köyleri gezelim hevesiyle yola çıkmış 1,5 saat sonra kendimizi Doğanbey Köyü’nün girişinde bulmuştuk. Köy dediysem gerçek köy, öyle içerisinde turistik 50 tane dükkanın kurulu olduğu, şu yemeği meşhur bunu içmeden dönme tarzında bir yerleşim yerinden bahsetmiyorum. Dağların arasına gömülü temiz rüzgarıyla denize bakan, Karina yolu üzerinde Dilek Yarımadası Milliparkı’nın yamaçlarında bir köy burası. İşte size Doğanbey Gezi Rehberi..
Arabayı köyün girişinde bırakıp taş yollardan yürümeye başlayınca fark ediyorsunuz aslında burası çok sessiz. “Kimse mi yaşamıyor, neden evler boş” soruları yankılanıyor kafanızda. Öncelikle şunu bilmekte fayda var. Zamanında mübadeleye ev sahipliği yapmış Ege topraklarından biri Doğanbey. İlk yerleşim 1850’lerden sonra sıtmadan kaçıp Padişah Abdülaziz’in fermanı ile Rumların burada ikamet etmesiyle oluşmuş. “Papazın Evi” de köyün en meşhur evi hatta. Bir kilise varmış, yanmış kül olmuş. Daha sonra mübadelede Rumlar o zamanki adıyla köyleri Domatia’larını bırakıp göçüp gitmiş, Türkler gelmiş yerleşmiş. Eski ve yeni Doğanbey olarak da ikiye ayrılıyor aslında. Yenisi daha aşağıda köylülerin oturduğu yerleşim merkezi, sizin gezmeye gideceğiniz ise sadece 1 ailenin yaşadığı eski Doğanbey.
Doğanbey Köyü size huzur, sakinlik ve emek vaad ediyor. Henüz turist akınına uğramamış olması ise bu vaadin yerine getirilebilmesini mümkün kılıyor. Birkaç kafe var bir şeyler içip, yerlilerle sohbet edebileceğiniz. Biz bence en güzeline denk geldik, D-Köy Kafe. Bu sevimli kafede gözümüzün önündeki limon ağaçlarından yapılma mis gibi limonatayı içerken köyde tek başlarına yaşayan tatlı çiftimizle ne sohbetler ettik.
Bu kafe rahmetli Mimar Tankut Öktem’in kızı modacı Oylum Öktem tarafından kurulmuş, asıl amacı ise köye gelen öğrencilerin çay kahve içebileceği bir yer olsun. Öyle ya, başta dediğim gibi bu köy turistik sıfatıyla değil eğitim yeri sıfatıyla anılmak istiyor. 2016 yazında köyde 20 mimar öğrenci için bir eğitim kampı düzenlenmiş ve bu eğitimi Mimar Sinan Üniveritesi de onaylamış, ders kredisi olarak saymış. Amaç burayı bir güzel sanatlar köyü yapmak.
Köyde “Mor Fincan Çiçeği” adında bir çiçek var. Dünya üzerinde sadece bu köyde yetişiyor, bu sebeple koparılması çok yasak. Köydeki “Osmanlı Kıyafetleri Müzesi”’ne gidince duvarda bu çiçeği görebilirsiniz. Müzeye de ayrıca geleceğim.
Biz o kadar şanslı o kadar şanslıydık ki köyde yaşayan tek aile olan Aksoy çifti ile tanıştık ve anlattığım tüm bilgileri birinci ağızdan dinleme fırsatı buldum.
Erol Aksoy, ordudan ayrılma emekli albay. Zamanında onlarca okul bitirmiş, Amerika’da okumuş, 84 yaşında ayaklı kütüphane. Katarina’daki Nato Kulesi onun projesi mesela. “Beni fakir insanların vergisi okuttu, onlara layık olmam gerek” diyor. Köyde ihtiyacı olan çocuklara ders çalıştırıyor. Eşi Emel Aksoy ise zamanının dünya yüz güzeli, hayatını geleneksel kıyafetlerimizden oluşan koleksiyonunu tamamlamak için adamış, 1970’lerde Meksika gibi çok uzak ülkelerde bu koleksiyonunu sergilemiş, kimleri kimleri giydirmiş. Soyu saraya dayanıyor. Amcası Atatürk’ün birlikte çalıştığı iş adamlarından.
Erol Bey zamanında köydeki yıkık camiyi kültür merkezine çevirmek istemiş fakat tabii reddedilmiş. O zamanlar köyde yaşayan bir İngiliz bu evleri İngilizlerle doldurup burayı İngiliz köyüne çevirmek istediğinde ise Erol Amca hastalığı bahanesiyle onu kendi topraklarına göndermiş ve sevgili İngilizimiz rahatsızlığından geri gelmemiş. Oh iyi de olmuş ki bu köy böyle sakin, huzur dolu kalmış. Hatta şu an koleksiyonun sergilendiği müze onun eviymiş zamanında 200 bin TL’ye almışlar. Papaz’ın evine şu an 750 bin Euro istendiği göz önüne alınırsa baya iyi yapmışlar diyebilirim!
Müze’ye giriş 20 TL. Her kuruşuna değiyor. Topladıkları bu parayla köyde baktıkları 50 küsur kediyi ve birçok köpeği besliyorlar. Zaten köye gelirken “Bir şey ister misiniz?” diye sorulduğunda tek cevapları “Hayvanlar içim mama”. Bir de tabi müzenin giderlerini karşılıyorlar. Örneğin eskiden müzenin kapısı Sibirya Çamı’ndan yapılmaymış ama arıya bezeyen siyah bir böcek bu ağacı oyduğundan kestane ağacı ile değiştirmişler. Müze, Hollanda tarafından 100 üzerinden 94 puan almış lakin sanırım Turizm Bakanlığımız destek vermiyor.
Müzede ne mi var? Bir ömür değil birkaç ömürlük eser. Emel Hanım’ın ananesinin gelinliği, geceliği, çeyizinden parçalar, amcasının Atatürk ile çalıştığı zamanlardan kalan fotoğrafları, zamanında Osmanlı’da devlet belgelerinin saklandığı sandık. Türkiye’deki her bölgeye özgü kadın kostümleri; başlığı, üç eteği, kemeri, cepkeni ile bize yörelerimize özgü kültürü anlatıyor. Örneğin; Tokat kadının başlığı paralarla dolu çünkü zamanında kocaları eşlerinden borç istediklerinde kafasındaki başlığından parasını çıkarır verir “Ama borç bak getirince yerine koyacağım.” dermiş. Ya da başlıklardaki tüm sarı renkler kadının dişiliğini, doğurganlığını temsil edermiş.
Tüm bu bilgileri dünya tatlısı, kültür ustası bir çiftten dinlemek bizim için inanılmaz bir deneyimdi. Müzeyi de köyü de mutlaka tavsiye ediyorum. Unutulmaz bir köy huzur içinde sizi bekliyor..
Rotanızı zenginleştirmek isterseniz yol üzerindeki kahverengi tabelaları takip ederek Güllübahçe’den sonra gelen Priene antik kentine uğrayabilir ve Doğanbey Köyü’nü gezdikten sonra Karina’ya gidebilirsiniz.
Bu yazıyı yazarken çok keyif aldım, umarım siz de keyif almışsınızdır. Ek sorularınızı ve yorumlarınızı aşağıda yorum kısmına bırakmayı unutmayın.
Beni instagram ve youtube hesabımdan takip etmeyi unutmayın!
Ucuz Uçak Bileti Nasıl Bulunur yazım için tıklayın.
Dünyaca Ünlü Festivaller Karnavallar yazım için tıklayın.
10 Soruyla Bir Seyahat Nasıl Planlanır yazım için tıklayın.
Seyahat Etmenin – Hobi Paylaşımının İlişkiler Üzerine Etkisi yazım için tıklayın.
2 comments